25 Nisan 24 Perşembe 08:17
Perşembe, Nisan 25, 2024
spot_img

EN YENİ

Rekabet İlişkileri

Giriş bölümünde belirtildiği üzere bir taraftan dürüst olmak gerektiğine inanan diğer taraftan rekabet edebilme gerekçesiyle meşru şartlar dışına çıkmayı ahlaki açıdan bir zaaf olarak görmekten kaçınan bir iş dünyası ile karşı karşıya bulunmaktayız. Böyle bir tablo içerisinde zaman zaman rakiplerini kötülemekten ve karalamaktan kaçınmayan, eksik ve yanıltıcı bilgilerle rakiplerine karşı avantaj sağlamaya çalışan, yeri geldiğinde gizli fiyat anlaşmaları yapmayı rekabetin bir gereği sayan, rakip firma elemanlarını meşru olmayan yollarla ayartmaya çalışan, vergi yükünden kurtulmak suretiyle düşük maliyetlerle rekabet etmeyi ticari zeka olarak gören uygulamalarla sık sık karşılaşılmaktadır. Bu kısımda söz konusu ahlaki problemlere ilişkin iş dünyasından örneklere yer verilmektedir.

Kötüleme ve Kıyaslama

İşletmeler rekabette öne geçebilmek amacıyla meşru olduğunu düşündükleri her yolu kullanmayı denemektedirler. Hangi davranışın meşru olduğunu, hangi davranışın meşru olmadığını söyleyecek kurallar dizisi ise iş ahlâkıdır. İş dünyasında rekabette öne geçmek amacıyla zaman zaman rakip işletmelerin kötülendiğini görmek mümkündür. Özellikle pazarda belirli bir yer tutmuş işletmelerin olumlu imajını sarsmak için kullanılan “ağızdan ağza iletişim” yoluyla rakip hakkında olumsuz dedikoduların çıkartılması bilinen bir uygulamadır. Bu uygulama son zamanlarda yeni boyutlar kazanarak internet üzerine de taşınmıştır. Ağızdan ağza iletişim ya da viral (virüs yayılımı) pazarlama olarak isimlendirilen bu yöntemler giderek daha fazla kullanılmaktadır. Ağızdan ağza iletişim yoluyla rakipleri kötüleme başlıca iki yolla gerçekleşmektedir. Birincisi rakipleri kıyaslama yoluyla daha kötü gösterme, ikincisi ise gerçek dışı bilgilerle rakipleri zor durumda bırakma yoludur. Rakipleri kötüleme siyaset dünyasında da sıklıkla görülmektedir. Siyaset dünyasında yapılan propagandalarda rakipleri kötüleme, oldukça önemli yer tutmakta ve seçmen kitlesine en kestirme mesajlar bu şekilde iletilmektedir. Aynı şekilde spor dünyasında da rekabet denildiğinde fanatik taraftarların, tuttuğu takımların başarısız olmaları durumunda bile rakiplere ya da etkileyici diğer unsurları kötüleme yoluyla başarısızlıklarına kılıf uydurdukları gözlenmektedir. Bu iki kötüleme türü bu kadar bariz ve yaygın olmasa bile iş dünyasını da etkilemektedir. Mal almak istediğiniz bir işletmenin yöneticisi ya da satış elemanı ile konuşurken rakip işletmenin ya da ürünlerinin adı geçtiğinde söylenecek en küçük olumsuz söz, davranış ve mimikler rakipleri kötüleme anlamı taşıyacaktır.

Rakiplerin kötülenmesi, temel olarak tüketici zihnini karıştırmak ve kötülenen işletmeye olan güveni sarsma amacı taşımaktadır. Bundan sonra zihinde oluşan karışıklıktan ve güven bunalımından istifade ederek işletme o boşluğa kendini koymaya çalışmaktadır. “Çamur at, tutmazsa izi kalsın” mantığı ile hareket birçok işletme, iddia edilen şeyin doğru olmasına özen göstermeden rakipleri kötüleme yoluna gidebilmektedir. Örneğin yeni çıkan bir margarin markası daha öncekilerin pazar paylarından hızla pay kapmak için onların ürünlerinde “domuz yağı veya katkılarının bulunduğu” iddiasını yaymakta; diğer işletme bu haberin doğru olmadığını ispat etmeye çalışırken, pazarda küçük de olsa bir pay kapmaktadır. Bu tür haberlerin yayılma kaynaklarının belli olmaması ise başka bir problemdir.

Haber yayıldıktan sonra ilgili işletme kendisi hakkında çıkan haberi öğrenmekte ve düzeltmek için önemli bedeller ödemek (pazar payı kaybı, haberi düzeltmek için harcanan emek, zaman ve para gibi) zorunda kalmaktadır.

Türk Ticaret Kanunu’na (madde 57) göre rakip işletmenin markasının anlaşılacağı türden kıyaslamalar yasaklanmış bulunmaktadır. Ancak mevzuattaki küçük boşluklardan yararlanmak isteyen işletmeler bu kuralı dinlememektedir. Örneğin Türkiye’de sadece iki GSM işletmesi varken işletmelerden bu işletmelerden birisinin televizyon reklamlarında “bu hizmet bizde var, bilin bakalım kimde yok!” tarzında açık kıyaslamaların yapıldığı da görülmektedir. Bu işletmeler bu tür ifadelerle kendi ürünlerini konumlandırırken “rakip ürünleri kötüleme” özelliği taşımaktadır. Bazı deterjan reklamlarında etiketi sökülmüş, ancak ambalajının şeklinden hangi firmaya ait olduğu belli olan ürünlerle yapılan kıyaslamalarda, “ötekileştirilmiş” ürünün başarısızlığı gösterilirken aslında somut bir ürünle kıyaslama yapılmaktadır. Yasal boşluklardan yararlanan işletmeler, sadece kötülemekle kalmamakta aynı zamanda rakip işletmelerle ilgili olumsuz mesajları tüketicinin bilinçaltına iletmeye çalışmaktadır. Her iki sonuç da iş ahlâkı açısından zafiyeti göstermektedir. Bu tür durumları ortadan kaldırmaya yönelik olarak kurulmuş, Rekabet Kurulu, Reklam Özdenetim Kurulu gibi kuruluşlar yasal boşlukları doldurmaya çalışırken, aynı zamanda uygulamayı da denetleme görevi üstlenmektedirler.

 Haksız Rekabet

Türk Ticaret Kanunu’nda haksız rekabet “Haksız rekabet, aldatıcı hareket veya hüsnüniyet kaidelerine aykırı sair suretlerle iktisadi rekabetin her türlü suistimalidir” şeklinde tanımlanmıştır. Görüldüğü gibi haksız rekabet büyük ölçüde pazardaki uygulamadan anlaşılacak şekilde boşluk bırakılmıştır. Bu boşluğu ise büyük ölçüde iş ahlâkının doldurması beklenmektedir. İşletmeler zaman içinde kazandıkları avantajı kaybetmemek, mevcut durumdan sağlayabileceği en yüksek karı elde edebilmek amacıyla haksız rekabete başvurmaktadır. Örneğin, gazete dağıtımında bayilerle yapılan özleşmelerde üstünlüğün sağladığı avantajla bayileri zor durumda bırakan dağıtım sözleşmelerinin imzalandığı bilinmektedir. GSM şebekeli arasında numara değiştirmeksizin geçişi mümkün kılan teknolojinin geliştirilmesi ve hukuki altyapının oluşturulması çabalarına karşı, pazardaki durumunu kaybetmek istemeyen işletmelerin bunu engellemek için girdiği çabalar ve gösterdiği direniş, rekabette tüketicinin aleyhine de olsa- avantaj yitirmemek için gösterilen çabalardır. Bu tür çabalar rakip işletmenin rekabet etme şansını ortadan kaldırmakta ve tüketicinin seçme şansını azaltmaktadır. İşini büyütmek isteyen, daha çok kar elde etmek isteyen işletmeler bunu haksız rekabet oluşmasına rağmen yaptıklarında rakip işletmelerin işlerini ve kazançlarını engellemekte sosyal ve ekonomik olarak zor duruma düşmesine neden olmaktadır. Bu durum sonuçta sosyal barışın ve toplumsal güvenin azalmasına neden olabilmektedir.

Sözleşmelere Aykırılık

İşletmelerin rekabet ilişkilerini iş ahlâkı açısından tehdit eden konulardan bir diğeri de sözleşmelere uygun hareket etmemedir. Bu noktada; sözleşme kurallarına uymama, siparişleri zamanında teslim etmeme, imzalanan çek veya senetleri zamanında ödememe, açık hesaplarda söz verilen zamanlarda ödeme yapmamak amacıyla bahaneler uydurma ya da işyerinde bulunmama, satış sözleşmesinde yazılı hususlara riayet etmeme gibi iş ahlâkına aykırılık teşkil eden çok sayıda uygulama ve davranıştan söz edilebilir. Son yıllarda malzeme satın alınan tedarikçi firmalara ya da iş yaptırılan taşeronlara ödemelerin geciktirilmesi, sözleşmelerde yazılı şartlara aykırı olarak kesinti yapılmaya çalışılması ve ödemelerin zamanında yapılmaması için kendini yok dedirtme ya da gerçekten işyerinden ayrılma ve hatta tatil yaparken bu tür sözlere uymama alışkanlığında artışlar olduğu gözlenmektedir. Öte yandan bu tür uygulamaların yaygınlaşması karşısında çek ya da senetlerin daha fazla kullanılmaya başlandığı açıktır. İş dünyasında çek kullanımı ile ilgili en önemli ahlâki sorun çeklerin karşılıksız çıkması, böylece alacakların hukuki ihtilaflara dönüşerek borçların zamanında ödenmemesidir.

Kayıtdışılık ve Tehdit

Ülkemizin en büyük sorunların biri kayıt dışı ekonomidir. Kayıt altına alınmamış işletmelerle kayıtlı işletmeler arasında yaşanan rekabet kayıt dışı çalışanın lehine bir haksız rekabet ortamı oluşturmaktadır. Kayıt dışı üretim, işletmeye önemli ölçüde maliyet avantajı sağlamaktadır.

Kayıt dışı olmanın sağladığı maliyet avantajı bir de ürünün rakip ürünlerle aynı fiyata satılması durumunda işletmeye önemli ölçüde haksız rekabet avantajı sağlamaktadır. Ülkemizde “merdiven altı” olarak tabir edilen üretim tesislerinin sayısı son yıllarda alınan tedbirlerle azalmıştır ancak boyutlarının hala büyük olduğu bilinmektedir. Bu durum hem devlet için bir vergi kaybı oluştururken özel sektör işletmeleri için ise haksız rekabetin kaynağını oluşturmaktadır. Kayıt dışı olmak sadece ekonomik anlamda kayıt dışı olmak anlamına gelmemekte aynı zamanda çalışma alanının gerektirdiği yasal denetimlerden de kaçmak anlamına gelmektedir. Bu durumun sonucu tüketicilerin gerçek durumu bilmeleri durumunda satın almayacakları ürünlerin sanki standartlar dahilinde üretiliyormuş gibi satılmasıdır. Sahip olamadığı bazı avantajları, sahipmiş gibi kullanarak yüksek kazanç elde etmek isteyen işletmelerin başvurdukları yöntemler dikkat çekici boyutlara ulaşmıştır. Örneğin 2005-2008 yılları arasında tanınmış içki markalarının şişelerini taklit ederek binlerce şişe kaçak içki ele geçirilmiştir. Zaten zararlı olan bir maddenin daha da zararlı bir maddeden taklitlerinin yapılarak kayıt dışı şekilde satılması pek çok olumsuz sonucu da beraberinde getirmektedir. Örneğin, devlet vergi kaybına uğramakta, tüketici sağlıksız ürün tüketmekte, satıcı işletme kazanç kaybına uğramakta ve kalitesiz ürün satıyor imajı kazanmakta ve bu arada kayıt dışı çalışan işletme ise bir sorunluluk üstlenmeksizin haksız rekabet sonucu kazancını katlamaktadır.

Ülkemizdeki kayıt dışı akaryakıt ticaretini kontrol etmek amacıyla geliştirilmiş olan kimyasal mühür (Ulusal Marker) “kopyalandı” haberleri gazetelerde yer almıştır. TÜBİTAK’tan yapılan açıklamada kopyalamanın söz konusu olmadığı belirtilmiştir. Ancak dikkat çekici olan şudur: akaryakıt ticareti yapan işletmelerden en az birisi kayıt dışına çıkabilmek için “ulusal marker”i kopyalama girişimlerine başlamıştır. Bu durum iş dünyamızın kayıt altına alınmaya karşı olan direnci hakkında bir fikir vermektedir. Herhangi bir nedenle bariz bir gücü olan işletmeler bu gücü zaman içinde rakiplerine üstünlük sağlama aracı olarak kullanabilmektedir. Sahip olduğu hammadde ve bilgiyi paylaşmama, sözleşme gereği uygulayabileceği yaptırımların olması gibi nedenlerle avantajlı işletmeler rakiplerini sindirmeye çalışmaktadır. Bazı işletmeler ise sahip oldukları gücü başka kaynaklardan alabilmektedir.

Özellikle kamu kuruluşlarının yaptığı ihalelerde (otopark işletmeleri, temizlik işleri, kantin ihaleleri vb.) mafyalaşma olaylarının yaşanması, bazı işletmelerin ihaleye girmeden önce ihaleden çekilmesi gibi konular işletmelerin sahip olduğu bazı caydırıcı güç unsurları tarafından sağlanmaktadır. Bu durumda yine kamunun kazanç kaybına, tüketicinin hak ettiği hizmeti alamaması sonucuna yol açmaktadır.

Dünya Bankasının 2010 yılı raporuna göre Türkiye’de kayıt dışılık gündelik hayatın doğal bir parçası haline gelmiş bulunmaktadır. İnsanlar kayıt dışı işlemleri “herkes öyle yaptığı için” ve “ödedikleri verginin karşılığını tam olarak alamadıkları için” meşru görmektedirler. Vergi kaçırma ve sigortasız işçi çalıştırma en önemli kayıt dışılık türleridir (World Bank, 2010a). Taklit ürünlerin üretimi, kamu kurumlarına olan ödemelerin geciktirilmesi, çevre ve sağlık ile ilgili yatırımların yapılmaması da Türk işletmelerinin rekabet aracı olarak kullandıkları diğer kayıt dışılık yöntemleri arasındadır. Türkiye’deki işletmelerin kayıt dışı rekabetle karşılaşma oranları 2005 yılında %44 iken bu oran 2008 yılında 8 puan artarak %52’ye çıkmıştır. En fazla kayıt dışılık yaşanan sektörler kimyasal ürünler ve gıda ürünleri sektörleridir.Yine de ülkemizde kayıt dışı ekonominin boyutlarının giderek azalmaya başladığı da ifade edilmektedir. Maliye Bakanlığı verilerine göre son on yılda kayıt dışı ekonominin milli gelire oranı 5 puan azalarak %27,2’ye gerilemiştir. İstihdam içindeki kayıt dışılık oranı da yine son on yılda %48’den %38’e inmiştir.

Yıkıcı Rekabet

Kapitalist ekonominin gereği olarak pazarda yer alan bazı işletmeler mümkünse faaliyet alanlarında tek başlarına kalmak istemektedirler. Rakip istememe hakkı olan işletmeler, ahlaki ilkeleri bir kenara bırakarak mümkün olan tüm yolları kullanarak rakibi ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Eski bir Türk atasözü der ki “bükemediğin bileği öpeceksin!”. Bu atasözü rekabette de olsa dürüstlüğü, şeffaflığı ve gerçekleri kabullenmeyi tavsiye etmektedir. Hâlbuki bu atasözü günümüzde Cenap Şehabettin’in Tiryaki Sözleri adlı kitabında belirttiği gibi “kıramadığın zinciri, hiç olmazsa kemir” haline dönüşmüş durumdadır. Yani işletmeler, rekabette rakibe verilmiş zararları avantaj olarak kabul edebilmektedir. Ancak hemen şunu da ifade etmek gerekir ki, bu tür davranışların varlığı herkesin böyle davrandığı anlamına gelmemektedir. Kötü davranışların aslında algılanan kadar yaygın olmamasına rağmen, haber değeri taşıması nedeniyle davranış örneği olarak değil, haber olarak hızlı yayıldığını söylemek mümkündür.

İşletmeler rekabette avantaj sağlayabilmek için pek çok ve araç yöntem kullanırlar. Bu yöntem ve araçlar, hizmet kalitesi oluşturmak, müşteri odaklı olmak, kaliteli ürün sunmak, marka oluşturmak gibi yöntem ve araçlardır. Hâlbuki rekabet denildiğinde tüketicilerin aklına ilk gelen rekabet yöntem ve aracı fiyattır. Fiyat gerçekten de önemli bir rekabet aracı hatta rekabet silahıdır. Rekabette fiyat silahı kullanıldığında rakibe önemli ölçüde zarar vermeye niyetlenmişsiniz demektir. Diğer hizmetlerde iyileştirme yapmadan sadece fiyat konusunda rekabet etme hadiseleriyle özellikle taşımacılık sektöründe sıkça karşılaşılmaktadır. Otobüs işletmelerinin ve havayolu işletmelerinin sıkça başvurduğu fiyatla rekabet etme yöntemi rakipler için yıkıcı olmaktadır. Fiyat rekabeti ihracat pazarında olduğu zaman hem rakip işletme hem de ülke kayba uğramaktadır. 2005 yılında ABD’de faaliyet gösteren mermer işletmeleri arasında yaşanan fiyat rekabeti bazı işletmelerin pazardan çekilmesine yol açmıştır. Bu durum sadece söz konusu işletme için değil aynı zamanda ülke içinde bir kayıp anlamına gelmektedir.

İşletme büyüklüğü de fiyat gibi yıkıcı bir rekabet unsuru olarak kullanılmaktadır. Bu durum hemen her alanda aynı şekilde gerçekleşmektedir. Giderek daha küçük yerleşim birimlerinde de sayıları büyüklükleri hızla artan büyük perakendecilerin sayısı arttıkça daha küçük işletmeler olan bakkallar hızla ortadan kalkmaktadır. Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı’nın belirttiğine göre 2004-2006 yılları arasında Türkiye genelinde 60 bin 938 bakkal esnafı mesleğini bırakmıştır ve bunun nedeni büyük perakendecilerdir. Büyüklükten kaynaklanan bu rekabetin yıkıcı sonuçlarının olduğu açıkça ortadadır.

İşletmelerin Çalışanlarla İlişkileri

Temel yükümlülüklerin yerine getirilmesi

İşletmeler için çalışanlar onların iç müşterileri konumundadır. Onların memnuniyeti üretimde verimliliğe ve müşteri memnuniyetine de yansımaktadır. Bu durum hemen tüm işverenler tarafından bilinmektedir. Bu nedenle çalışanlara yönelik, başta ücretler olmak üzere sigorta ödemeleri, fazla mesai ödemeleri, yan ödemeler, sosyal haklar, ödüller vb. yükümlülüklerin zamanında ve tam olarak yerine getirilmesi en önemli etik ilkeler arasındadır. Ancak zaman zaman işçi ücretlerinin ödenmemesi, geç ödenmesi gibi hadiseler yaşanmaktadır. İşverenlere sorulduğu zaman bu durumun mutlaka mantıklı açıklaması yapılabilmektedir. Örneğin “piyasa krizde, alacaklarımızı tahsil edemiyoruz ki ödeme yapalım”, “bizde çalışmasalar işsiz kalacaklar”, “zor bir dönemden geçiyoruz, atlatalım telafi ederiz” gibi düşünceler, işçi ücretlerinin ödenmemesi durumunda gösterilen başlıca nedenlerdir. Ancak bir yandan çalışanlara yönelik temel yükümlülükler türlü bahanelerle aksatılırken işletmenin kaynaklarının daha büyük avantaj sağlayacağı beklentisiyle “siyasi seçimlerde aday olan birinin seçim kampanyasında kullanılması, işletmenin kârının işletme sahibince gece hayatı, kumar gibi yerlerde tüketilmesi ya da gereksiz bir kutlamada işçilerin birkaç aylık ücretlerinin harcanması gibi durumlar yaşanması çalışanların işletmelerine karşı güvenlerini aşındırmaktadır.

Çalışanlara karşı temel yükümlülüklerin yerine getirilmesi ahlaki bir sorumluluk olmanın ötesinde yasal bir sorumluluktur ve yaptırımları bulunmaktadır. Ancak iş adamlarının yasal olarak sorumlu oldukları bir konuda, ahlaki sorumluluğun bile gereğini yerine getirmekten kaçınabilmeleri iş ahlâkı açısından dikkat çekici bir olaydır.

Adil bir yönetim sergileme

İş adamlarının temel yükümlülükler dışında çalışanlarına karşı başka yasal ve vicdani sorumlulukları da bulunmaktadır. Bunların başında çalışanlara yönelik olarak adaletli bir yönetim sergileme bulunmaktadır. Adalet herkese hakkının verilmesi olarak tanımlanabilir. Bu anlamda işletmelerin çalışanların haklarını gözetmeleri önemli bir ahlaki sorumluluktur. Her ne kadar bu konuda da bazı yasal düzenlemeler bulunsa da işletme ve çalışan ilişkileri adaletin farklı boyutları açısından bazen yasalarla belirlenemeyecek kadar karmaşık olabilmektedir.

Adalet kavramı işletmelerde üç farklı şekilde ortaya çıkabilmektedir. İşletme kaynaklarının ve sorumluluklarının adil bir şekilde dağıtılması dağıtım adaleti kavramıyla ifade edilmektedir.

Bu ise genel olarak ödül ve cezaların adil olarak dağıtılması anlamına gelmektedir.

Bu dağıtım sadece işletme ve çalışan arasındaki bir süreci ilgilendirmez. Çalışanlar sadece kendi aldıkları ödül ve cezaların kendi performanslarıyla ilişkisine bakmazlar, aynı zamanda diğer çalışanların aldıkları ödül ve cezalarla da ilgilenirler. Örneğin pazarlama elemanlarından bazılarına verilen araçların modellerinin diğerlerinden yüksek olması bir dağıtım adaleti problemidir. Bu nedenle kaynak ve sorumlulukların dağıtımı ile ilgili sistemin doğru kurulması gerekmektedir.

Diğer yandan işletme ve çalışanlar arasındaki ilişkilere yönelik adil bir sistemin kurulmuş olması da tek başına yeterli olmayacaktır. Çünkü bir sistemin adil kurulması o sistemin adil bir biçimde işletildiği anlamına gelmez. Zamanla çalışanlar ve yöneticiler değişebilir ve buna bağlı olarak sistemin işleyişinde de bazı adaletsizlikler ortaya çıkabilir. Adaletin uygulamalarda ortaya çıkan bu boyutu da işlem adaleti olarak ifade edilmektedir. Örneğin işe alımda ve performans değerlemede objektif değerlendirmelerde bulunulması işlem adaletine aykırılık teşkil etmektedir. Çalışanlarla ilişkilerde adaletin üçüncü boyutu ise etkileşim adaletidir. Etkileşim adaleti işletme sahibi ve yöneticilerin çalışanlarla olan ilişkilerinde şeffaf, dürüst, samimi ve duyarlı bir iletişim kurmalarını ifade etmektedir. Örneğin bir yöneticinin sürekli çalışanlarından bazıları ile istişare edip diğerlerinin fikrini önemsemez görünmesi, bazılarına güler yüzlü davranırken diğerlerinden bunu esirgemesi durumunda etkileşim adaleti zarar görecektir. İşletmelerde adil bir yönetim yaklaşımının bulunmamasının en önemli göstergelerinden birisi ayırımcılık uygulamalarının yaygınlığıdır. Eşit işe eşit ücret ödeme, kariyer ilerlemesi, verilecek eğitimler gibi çalışanın değerini artıracak imkanlardan yararlanılması konusunda işletme yöneticileri çalışanlar arasında adil davranmalıdırlar. Verilecek ödüller ve cezalar konusunda hak edenin alması iş yerinde bir çalışma barışı sağlanmasına olanak tanımaktadır.

Ancak iş dünyasında kan bağı yakınlığı, bir tanıdığın tavsiyesi üzerine işe alınan eleman olması gibi nedenlerle bir çalışan hakkında pozitif ayırımcılık yapılabildiği gözlenmektedir. Bir kişi için yapılan pozitif ayırımcılığın diğerleri için negatif anlamda bir ayırımcılık anlamına geldiği çoğu zaman gözden kaçmaktadır. Etnik, dini, mezhepsel, siyasi görüş, memleket ya da cinsiyet gibi nedenlerle yöneticiler ya da iş adamları çalışanları arasında negatif ayırımlar da yapabilmektedir. Bu durum çalışan hakkına tecavüz olduğu gibi, iş yerindeki çalışma barışına da zarar verecek bir ortam doğurmaktadır. Her bir çalışana kendisiyle aynı işi yapan kişiyle aynı imkân ve ortamların sağlanması da işletmenin çalışanlarına karşı ahlaki sorunlulukları arasında yer almaktadır. Mesai saatlerinde tanınan ya da tanınmayan esneklik, yıllık ya da mazerete izinlerinin kullandırılması konusunda ayırımcılık yapılması söz konusu olabilmektedir. Yukarıda sayılan konularda ayırımcılık yapan iş adamlarının, işletmeyi temsil konusunda negatif olarak etkileneceklerin olacağını ya da ayırımcılığı yaşayan çalışanların bu ayırımcılığın bedelini bir şekilde çıkartmak isteyeceklerini unutmamalarında fayda bulunmaktadır.

İnsan haklarına saygılı olma

İşletmelerde çalışanlarla ilişkilerde üzerinde durulması gereken ahlaki sorumluluklardan birisi de temel insan haklarının gözetilmesidir. Çalışan haklarıyla İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, SA 8000

Sosyal Sorumluluk Standardı gibi ulusal ve uluslararası pek çok yasal düzenleme yapılmışsa da işletmelerde yaşanabilecek insan hakkı ihlallerinin tamamının öngörülebilmesi mümkün olmayabilir.

Bu düzenlemelerde işletmelerin çalışanlarına karşı sorumlulukları arasında sayılan çocuk yaşta işçi çalıştırmama, zorla işçi çalıştırmama, çalışanlara sendika kurma ve sendikalara üye olma, toplu pazarlık yapma hakkı tanıma, aşırı çalışma saatleri uygulamama, asgari ücretin altında ücret vermeme, ücretleri zamanında ödeme, sigortasız işçi çalıştırmama, uzun vadeli sözleşmeler yoluyla çalışanlara iş güvencesi sağlama, giriş-çıkış yaptırarak çalışanların tazminat almalarını engellememe, işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili tedbirleri alma gibi esaslar işletme yöneticilerinin uymaları gereken insan haklarıyla ilgili temel ahlâki prensipler arasındadır. Bu prensiplerin yanında; çalışanlarla ilişkilerde belli bir toleransın ve hoşgörünün tanınması, yaşanan problemlerin iyi niyetle ele alınması, çalışanlar arasındaki sorunların tarafsızlıkla çözümlenmesi, çalışanlar arasındaki rekabetin istismar edilmemesi, çalışanların değer ve inançlarına saygı gösterilmesi, ibadet haklarının tanınması gibi uygulamalar da ahlaki açıdan gösterilmesi gereken davranışlara örnek verilebilir.

Çalışanlara yönelik insan hakkı ihlalleri özellikle iki alanda ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birincisi çalışanlara yönelik cinsel ve duygusal tacizi kapsayan işyerinde şiddet olaylarıdır. Kadınların iş hayatına giderek daha çok katılmalarıyla birlikte taciz vakalarında da artışlar yaşanmaktadır. 2011 yılı itibariyle yayınlanan bir TBMM komisyon raporuna göre çalışanların ortalama olarak yarısı işyeri şiddeti yaşamaktadır. Bu oran özellikle kadınların yoğun olarak çalıştıkları hemşirelik vb. mesleklerde yaşanan duygusal taciz olaylarında %80’lere kadar çıkabilmektedir. İşyerinde şiddet olayları üzerindeki araştırmalar pek çok farklı ülkede de benzer olayların yaşandığını göstermektedir. Özellikle duygusal taciz vakalarının bu denli yaygın oluşunun nedenlerinden biri de işletme sahibi ve yöneticilerinin özellikle cinsel tacizin ne olduğunu bilmelerine ve çoğu zaman uzak durmalarına karşın fark etmeden duygusal tacize yönelik davranışlarda bulunmaları olabilir. Çünkü örneğin sabah işyerine gelen bir yöneticinin çalışanlardan birine selam verip hal hatır sorup diğerine yönelik böyle bir davranış göstermemesi bile bir yıldırma uygulaması olarak algılanabilmektedir. Son yıllarda işyerlerinde taciz konusunda yasal düzenlemeler yapılması da gündemdedir.

Çalışanlara yönelik insan hakkı ihlallerinin öne çıktığı ikinci konu ise çalışanların mahremiyetlerine yönelik ihlallerdir. Özellikle bilgi iletişim teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla birlikte işyerlerinde çalışanların her türlü hareketinin elektronik olarak izlenmesi ve kaydedilmesi mümkün hale gelmiştir. Video kameralar, bilgisayar ve internet erişimlerinin izlenmesi, kimlik kartlarıyla geçilen kapıların izlenmesi, GPS sistemleriyle araçların takip edilmesi, telefon ve maillerin kontrolü gibi uygulamalar yaygın izleme yöntemleridir. İşyerlerinde izleme uygulamaları işletmeler tarafından genellikle güvenlik ve performans takibi amacıyla tercih edilmektedir. Ancak çoğu zaman izleme faaliyetlerinin sınırlarının doğru belirlenememesi sonucu çalışanların mahremiyetiyle ilgili sorunlar yaşanabilmektedir.

Müşterilere Yönelik İş Ahlâkı Konuları

Mal ve hizmetler konusunda yaşanan en önemli etik problem kaynağı müşteriler ve işletmeler arasında var olan bilgi asimetrisinden kaynaklanmaktadır. Bir konuda üretim ya da satış yapan kişi yaptığı işi iyi bilmek zorundadır. Bu yaptığı işin ve rekabetin bir gereğidir. Sahip olunan bu bilginin her zaman müşterilerin lehine kullanıldığını söylemek mümkün değildir. Müşterilerin bilmediği “bilgiler ve uygulamalar” sayesinde satıcı ya da üretici avantajlar sağlamakta, bu durumu avantajı elde edinceye kadar açıklamaktan kaçınmaktadır. Örneğin bir elektrikli süpürge alan tüketici makinenin özelliklerinin güzelliği karşısında makineyi almaktadır. Aradan bir yıl geçtikten sonra makinenin yanında verilen torbaların bitişinden sonra yeni torba almaya gittiğinde karşılaştığı torba fiyatları tüketiciyi şaşırtmaktadır. Makine ile kullanılacak 3-5 yıllık torbanın toplam fiyatı, makinenin satış fiyatından daha fazla bir bedel oluşturmaktadır. Ancak tüketici bu durumu makineyi kullanmaya başladıktan sonra öğrenmektedir. Kapıdan satışlarda ve televizyon reklamlarında kampanya şartlarını açıklayan cümlelerin tüketicinin okuyamayacağı biçimde sunulması sıradan bir durum olmuştur. Televizyon reklamlarında kayan yazıların büyüklüğü mevzuatla düzenlenmiş ancak hızı düzenlenmediği için bu boşluktan yararlanan işletmeler, yine bu şartları okunamayacak duruma getirmeyi başarmışlardır.

Tüketilen ürünlerin birer sembol olarak gösterilmesi, daha çok tüketimin teşvik edilmesi, işletmelerin daha fazla kazanç elde etmesi bakımından gereklidir. Ancak bilinçli davranamayan tüketicilerin çokluğu bu durumun olumsuz sonuçları doğurmasına yol açmaktadır. İhtiyaç duyulmayan ürünleri satın almaya teşvik ederek daha maddeci insanlardan oluşan bir toplum oluşmasına yol açılmaktadır.

Bir tüketici bir esnafın dükkânına girdiğinde ürün hakkında sorular sormakta cevaplarını almakta ve tam karar verememekte ve daha sağlıklı düşünmek için ayrılmak istemektedir. Az da olsa “kapıdan çıktığınız anda bu teklifim geçerliliğini yitirir” tarzında baskıcı yaklaşımlar tüketicilerin karar vermelerini hızlandırmakta ancak daha sonra pişman olmalarına neden olabilmektedir. Ürünlerin çok pahalı ve geri dönüşümü mümkün olmayan malzemelerden yapılmış ambalajlarla sunulması da bir başka etik problemdir. Bu hem çevreye zararlı hem de tüketimi teşvik etme ve maliyetleri artırma açısından topluma zararlı bir uygulamadır. Yine ambalajlar üzerindeki etiketlerin gerekli bilgileri içermemeleri veya çeşitli teknik terimlerle şeffaf olmayan bilgiler sunmaları da birer etik problem olarak değerlendirilebilir. Son olarak tüketicilerin kullanmakta olduğu ürünlerin aslında temel işlevlerini yerine getirmeye devam ettikleri halde çeşitli pazarlama yöntemleri kullanılarak eskidikleri gerekçesiyle değiştirilmeye yönlendirilmeleri anlamında planlı ürün eskitme çabaları da etik olmayan işletme davranışları arasındadır.

Fiyatlandırma ile ilgili ahlaki konular

Fiyatlandırma ile ilgili olarak da çeşitli etik dışı uygulamalarla karşılaşılabilmektedir. Bunların en bilinenleri işletmeler arasında yapılan gizli fiyat anlaşmalarıdır. Bazen piyasaya yeni giren aktörleri vazgeçirmek için fiyatların maliyetlerin çok altına çekildiği türden uygulamalarla örneğin şehirler arası yolcu taşımacılığı sektöründe sık sık karşılaşılabilmektedir. Kimi zaman ürünün ağırlığı, hacmi veya içeriği ile oynanarak görünen fiyat değişmediği halde aslında ürünün fiyatının yükseltildiği durumlarla karşılaşılabilmektedir. Yine fiyatların önce artırılarak daha sonra yüksek indirim oranları ile satılması da etik olmayan fiyatlandırma uygulamaları arasındadır. GSM firmalarının sık sık başvurduğu karmaşık paketlerle fiyatın karşılaştırma yapılamayacak şekilde belirsizleştirilmesi de etik problemler arasındadır.

Belirli alanlarda rakip sayısının azlığına da bağlı olarak işletmeler arasında gizli anlaşmalar yapılarak kartelleşme yoluna gitme durumu da ülkemizde görülen bir durum olmuştur. Kartel oluşturma durumu sadece fiyatla ilgili olarak değil, ürün içeriği, verilen hizmetin kalitesi, üçüncü kişilere gösterilen tepkilerin ortak olması gibi biçimlerde de yansıyabilmektedir. Örneğin Türk medyası bazı konularda işbirliği yaparak siyasetçiler üzerinde etkili olabilmekte, bakanların değişmesine hatta hükümetlerin devrilmesine neden olabilmektedir.

Reklam ve halkla ilişkilerle ilgili ahlaki konular

Reklamlarla ilgili akla gelen ilk etik sorun çeşitli iletişim araçlarının da yaygınlaşmasıyla birlikte tüketicilerin giderek daha fazla reklamla karşılaşıyor oluşudur. Üstelik bu reklamların çoğunluğu, sürekli cep telefonlarımıza gelen reklam mesajlarında olduğu gibi, bize isteğimiz dışında ulaşmaktadır.

Bir firmanın çağrı merkezini aradığınızda soru sormak veya sipariş vermek için müşteri temsilcisine ulaşmaya çalışırken öncelikle o firmanın bazı reklamlarını dinlemek zorunda bırakılmak pek çok müşteriyi rahatsız etmektedir. Reklamlarla ilgili diğer bir sorun da reklamların içeriği ile ilgilidir. Reklamların normalde ikna edici olması gerekir. Reklam verenler ve reklam ajansları günlük hayatın içinde her gün yüzlercesi ile karşılaştığımız reklamları bir ikna edici araç olmaktan öte zaman zaman bir kandırma aracı olarak kullanmaktadırlar. Çoğu zaman reklamlar aracılığıyla tanıtılan ürünlerin özellikleri gerçek ürünlerle farklılık taşıyabilmektedir. Gazetelerin promosyon savaşları yıllarında bir gazetenin müzik seti olarak gösterdiği aletin küçüklüğü kampanya sonunda kuponları teslim eden tüketicilerin hayal kırıklığına uğramasına neden olmuştur. Hâlbuki müzik seti görsel bazı oyunlarla televizyon reklamlarında “devasa” olarak gösterilmiştir.

Tüketici olarak en bilinçsiz kesim olmalarına rağmen gençlerin ve çocukların reklamlara hedef kılınması da bir başka atik problemdir. Çoğu zaman sadece küçük çocukların izlediği programlarda ve çocuk kanallarında bile yoğun reklam kuşaklarına rastlanabilmektedir. Ailelerin çocukların taleplerine karşı olan hassasiyetleri bu şekilde istismar edilebilmektedir. Diğer yandan reklamlarda çocukların kullanılması da son yıllarda özellikle GSM, otomobil, emlak ve içecek sektörlerinde artış göstermektedir. Halkla ilişkiler açısından da hemen her işletme kendisine bir kategori oluşturmakta ve kendisini o kategorinin birincisi gibi göstermektedir. Bu durum özellikle medya tarafından kullanılmaktadır. Hatta o kadar ileri gidenler olmaktadır ki, tiraj raporlarına göre en çok satan gazete başka bir gazete olmasına rağmen başka birisi kendisini en çok satan gazete olarak ilan edebilmektedir. Bu durumun “yalan” olduğunu açıklamaya gerek yoktur.

#viral #GSM #TürkTicaretKanunu #madde57 #reklamözdenetimkurulu #TUBİTAK #kimyasalmühür

Latest Posts

spot_img

KAÇIRMAYIN

HABERDAR OLUN

Nalbur sektöründen en son haberler e-postanıza gelsin.