23 Nisan 24 Salı 10:16
Salı, Nisan 23, 2024
spot_img

EN YENİ

İş Dünyasında İş Ahlakı Uygulamaları

Her geçen gün canımızı sıkan, üzüntü duyduğumuz çok sayıda haber arasında iş ahlâkıyla ilişkili olanlar düşünüldüğünde hiç de azımsanamayacak kadar fazla bir oran teşkil ettikleri görülebilir. Dünya ölçeğinde ve Türkiye özelinde bugünlerde sıkça konuşulan, haber konusu olan ve kamuoyu gündeminde yer alan; küresel ısınma, çevreye zararlı atıklar, açlık ölümleri, rüşvet skandalları, hammadde ve enerji kaynaklarını elde etme adına ortaya konan skandal uygulamalar, görevi kötüye kullanma, haksız kazanç peşinde koşma, sağlıklı olmayan iş ortamlarında işçi çalıştırma, çocukları sağlıksız biçimde ve uygun olmayan ağır işlerde çalıştırma, müşteri bilgilerini kişisel amaçlarla sızdırma vb. konulara bakıldığında, iş ahlâkına ilişkin konuların ve bunların etkilerinin insanların geleceği adına çok önemli bir yekûn tuttuğu anlaşılmaktadır. Bu bölümde raporun asıl amacına uygun olarak iş dünyasında yaşanan iş ahlâkına ilişkin konu başlıkları ve ayrıntıları işletme dışı ve işletme içine yönelik olmak üzere iki ana başlıkta açıklanmıştır.

İş Ahlakı İşletmelerin Dış Evreye Etkileri

İşletmelerin kararları ekonomik, teknolojik, sosyal, kültürel, yasal, politik ve ekolojik olmak üzere makro çevre faktörlerinden etkilendiği gibi, işletme uygulamaları da dış çevreyi etkileyebilir. Zararlı atıklar, kültürel yozlaşmayı hızlandıran mesajlar ve ürünler, yasal boşluklardan yararlanarak zararlı ürünlerin piyasaya sunulması ya da politik lobicilik yapılarak toplumsal kaynaklara ucuz yolla ulaşılması veya haksız rekabetle tüketicilerin yüksek fiyatlar ödemek zorunda bırakılması mümkün olabilir. Bu kısımda işletmelerin dış çevreye etkileri bu çerçevedeki başlıklar halinde örneklendirilmektedir.

Doğal Çevreye Etkiler

İşletmeler kar amaçlarını elde etmek amacıyla insanlığın kaynaklarını kullanmaktadırlar. Bu kaynakların başında doğal çevre gelmektedir. İşletmeler üretim yaparken kullandıkları enerji ve teknoloji ile doğal dengeye bilerek ya da bilmeyerek müdahale etmiş olmaktadırlar. Bunun sonucu olarak doğal yaşamda önemli değişimlerin yaşanmasına neden olabilmektedirler. Bu değişimlerin bazıları insanlığı ya da çevredeki doğal hayatı geri dönülmez noktalara götürebilmektedir.

İşletme ve Çalışanların Doğal Çevreye Etkileri

  • Zararlı atıklar için önlem almama
  • Aşırı ve çevreye zararlı ambalaj kullanma
  • Su kaynaklarının israf edilmesi ve kirletilmesi
  • Küresel ısınmayı tetikleyen faaliyetler
  • İnsan sağlığını tehlikeye atan uygulamalar

İstanbul Tuzla’da Nisan 2006’da ortaya çıkarılan zehirli atık dolu variller ülke gündemini bir süre işgal etmiştir. Ortaya çıkarıldığında kimsenin sahip çıkmadığı atıkların “hem yeraltında hem de denizde yaşayan canlılar için büyük bir tehdit oluşturduğu ve bu varillerin içindeki atıkların yeryüzüne çıkarıldıktan sonra imhasının ise ayrıca bir maliyet gerektirdiği”, dönemin Çevre ve Orman Bakanı tarafından açıklanmıştır. Doğal su kaynaklarını kullanarak kurumasına yol açan kamu kuruluşları ve özel sektör kuruluşları aynı zamanda atmosfere saldıkları sera gazları yoluyla da küresel ısınmaya katkıda bulunmaktadır. Dünyada bulunan 9 bin ağaç türünden 3 bini sadece ülkemizde bulunmaktadır. Dünyanın kuş göç yollarından ikisi Anadolu toprakları üzerinden geçmektedir. Kirlenen ve kuruyan göller, kirlenen toprak ve ısınan hava ağaçların ve kuşların yaşamasına imkân tanımayacak hale gelmektedir. Ülkemizde bulunan ve doğal kuş cenneti olarak adlandırılan bazı göllerin kurumuş olması nedeniyle kuşların buralara gelmedikleri gözlenmektedir. Başka bir ifadeyle ülkemizde doğal kaynakları kullanarak doğal çevreyi etkileyen iş dünyası aslında sadece ülkemizi değil tüm dünyayı etkilemektedir. İfade etmek gerekir ki, iş dünyası çevreyi kirlettiğinin farkındadır. Ancak bazı iş adamları çevreyi kirletmenin getirdiği sorumluluktan kaçarken bir kısmı da çevreyi kirletmenin sorumluluğunu üstlenmektedir. Bu bilince sahip bazı iş adamlarımız bu amaçla sosyal sorumluluklarının bir gereği olarak çevreyi koruma ve geliştirme faaliyetlerine destek olmaktadır. Bu amaçla değişik kurum ve kuruluşlar tarafından çevreye duyarlılığı artırmak amacıyla çevre ödülleri verilmektedir. Sanayi işletmelerinin çevreye bıraktığı katı, sıvı ya da gaz atıklar özelikle büyük kentlerde günlük yaşamı doğrudan etkilemektedir.

İşletmeler tarafından üretilen ürünler, ya da ürünlerin korunmasında kullanılan ambalajlar, insan ve çevre sağlığına yönelik tehdit içermektedir. Plastik gibi işlemesi kolay ve nispeten ucuz; ancak kanserojen madde içeren ve geri dönüşümü zor ürünlerin kullanımının yaygınlığı bazı sivil toplum kuruluşlarının bilinçlendirme çalışmalarına rağmen gittikçe artmaktadır. Ürünlerin içinde yer alan ve daha uzun süre dayanmasını sağlamak için, renk vermek için ya da tat vermek için kullanılan katkı maddeleri de hem çevreye hem de insan sağlığına önemli bir tehdit unsuru olarak bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü ( WHO) ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (UAEK) Cenevre’de düzenlediği seminerde, 2005’te 7,6 milyon kişinin kanserden öldüğü ve bu sayının 2020’ye kadar iki kat artabileceği ifade edilmiştir. Kanser nedeniyle ölümlerin artmasının tüketilen ürünlerle de ilgili olduğunu söylemek bilinen bir durumu tekrar etmekten başka bir şey değildir. İşletmeler arası rekabette öne geçmek için henüz olgunlaştırılmamış, yan etkilerinden arındırılmamış ürünlerin tüketicilerin kullanımına sunulması gibi durumlar, gerek elektronik sektöründe, gerekse ilaç sektöründe yaygın olarak kullanılmaktadır. Elektronik ürünlerin (örneğin cep telefonları) içerdiği kurşun ve plastik gibi zararlı maddelerin yanında yaydığı radyasyonla da zarar verici durumdadır. 2008 yılı başlarında ülkemizde de çok yaygın olarak kullanılan çocuk ilaçlarının Avrupa’nın bazı ülkelerinde kullanımının yasaklanması, işletmelerin ne kadar sorumsuz davrandığını göstermektedir.

İşletmeler çevreye verdikleri zararı mümkün olduğunca gizlerken, çevreye duyarlılık gösterdikleri konuları mümkün olduğunca çok insan tarafından duyulması için çaba harcamaktadır. Bu tür bir yaklaşım işletmelerin halkla ilişkiler anlayışının bir gereği olarak düşünülmekte olup, iş ahlâkı açısından değerlendirilmelidir.

Sosyo-Kültürel Çevreye Etkiler

İşletmelerin doğal çevreye etkisi gözle görülebilmektedir. Farklı tarihlerde çekilmiş iki fotoğraf karesi doğal çevreye olan etkiyi ölçme konusunda yeterince bilgi verebilmektedir. Ne var ki işletmeler sadece fiziki çevreyi etkilemekle kalmamakta aynı zamanda insanın yaşamını da etkilemektedir. Kısa sürede zengin olma hırsı taşıyan iş adamlarının, amaçlarına ulaşmak için kullandığı yöntemlerde sınır bulunmamaktadır. Rüşvet, yolsuzluk, haksızlık, tehdit gibi; adı anıldığında bile kötülüğünden şüphe duyulmayan fiilleri işleyen iş adamları, yönetici ve çalışanların varlığı ve bunların bazılarının daha sonra amaçlarına ulaşmış olmaları, Türk insanının adalet duygusuna zarar vermektedir. Yapılan bu tür olumsuz fiillerin herhangi bir cezai müeyyide ile karşılaşmamış olması da diğer insanlar üzerinde özendirici bir etki yapmakta ve herkes köşeyi dönme sırasının kendisine gelmesini beklemektedir. Bu aşamada farklı dünya görüşlerine sahip her insanın başına birer polis dikmekle bu tür fiillerin önünü kesmek mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle kişilerin vicdani sorumluluklarıyla baş başa kaldıkları anlarda nasıl davranacaklarını ve davranmaları gerektiğini öğretecek önlemlerin alınmasında fayda görülmektedir.

Sosyal ve Kültürel Değerlerin Aşınması

  • Toplumsal değerlerin yok sayılması
  • Kültürel yozlaşmaya yol açan uygulamalar
  • Ahlâki değerlere aykırı reklamlar
  • Rüşvet, yolsuzluk ve haksız kazanç peşinde koşma

Bir işletmede ahlâki kuralların varlığı ve uygulama biçimleri, kavrama düzeyi farklı pek çok kişiyi farklı düzeylerde etkilemektedir. Bir kısmı ilk defa iş dünyasına girdiği bir işletmede amaca ulaşmak için her yolun meşru olduğunu öğrenirken bir başkası “başkalarının omzunda nasıl yükselebileceğini” görerek örnek alabilmektedir. Tam tersine ahlâki ilkelerin uygulandığı bir işletmede iş dünyasıyla tanışan bir başka kişi ise iş ahlâkı kurallarını iş hayatının gereği olarak öğrenmektedir.

Köyden kente göçün bir sonucu olarak, kentli yaşama biçimini öğrenen toplum kesimlerinde olumsuz davranışların yaygınlığı göze çarpmaktadır. Yaşamak için yeni kurallara ihtiyaç olan toplum alanlarına dahil olan insanımız gördüğü ya da duyduğu ilk davranış biçimini doğru olarak kabul edebilmektedir. Bu durumla karşılaşmamak için insanın ahlâki düşüncesinin daha önceden oluşturulmasına gerek vardır. Bunun oluşturulma yeri ise aile ve okuldan başlamaktadır. Ancak aile ve okul yalnız kaldığında da dürüst ve insanlığa faydalı olma ilkelerinin geçerli olması konusunda dinin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Uluslararası Şeffaflık (Transparency International) adlı sivil toplum örgütünün 2011 yılı içinde yayınlanan raporuna göre 0-10 ölçekli değerlendirmede 4.2 puan alan Türkiye pek çok ülkenin gerisinde kalmaktadır. Bu alanda Danimarka 9.4, Finlandiya 9.4 ve İsveç 9.3 puan ile Avrupa ülkeleri arasında yolsuzlukla en iyi mücadele eden ülkelerdir. Yolsuzluk, kurallara uymama biçiminde ortaya çıkarken kurallara uymayanları görenlerin bu duruma müdahale edip etmemeleri de önemli bir konu olarak önümüzde durmaktadır. Çevreye zarar veren bir fabrika bacasının “çevreye zarar verdiğini” bizzat gidip söylemek, bir kamu kuruluşuna bildirmek, çeşitli bahanelerle kaçınılan davranışlar arasındadır. Çekinmek, nemelazımcılık, jurnalci olarak anılmaktan çekinmek gibi nedenlerle bu tür uyarıların yapılmasından kaçınılmaktadır. Tarihe bakıldığında ahlâki değerlerin yüksek olduğu toplumların aynı zamanda müreffeh ülkeler olarak yaşadıklarını söylemek mümkündür. Adaletin sağlandığı toplumlar daha uzun yıllar ayakta kalmışlardır. Bunun tam tersi de doğrudur. Yolsuzluk ve adaletsizliğin yaygın olduğu toplumların ömürleri de uzun sürmemektedir. İş ahlâkı konusunda belki en çarpıcı örnek Medyen halkının durumudur. Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığına göre “ölçüde ve tartıda hile yapma suçu” nedeniyle helak olmuşlardır. İş ahlâkını eksik olduğu toplumların dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmaksızın kendi kendine bozulma nedeniyle zaman içinde yok olma tehdidiyle baş başa kalacağını söylemek bir kehanet olmayacaktır. İnsanın temel özelliklerinden birisi de en az çaba ile en çok kazancı elde etme isteğine sahip olmasıdır. Bu durum yönetim bilimlerinde “say-ı akal kanunu” olarak isimlendirilmektedir. Bu durumun sonucu olarak “çok kazanma hırsı ile haksızlık yapmama arasında yaşanan paradoksta net olarak haksızlık yapmamayı seçecek insanların sayılarının artması gerekmektedir. Ama bu insanların zaaflarıyla birlikte bir “insan” olduğu unutulmamalı bu nedenle ahlâki zaafların kullanılabileceği ve insanın vicdanıyla baş başa kalacağı durumlar mümkün olduğunca azaltılmadır. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi toplumsal otokontrol mekanizması geliştirilerek ahlâki olmayan davranışlar da yavaş yavaş ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır. Bu noktada sivil toplum örgütlenmelerinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

1980 sonrası ülkemizde hızlı para kazanma düşüncesiyle ortaya çıkan bankerler, hayali ihracatçılar büyük ölçüde kısa zamanda zengin olma amacı taşıyan ancak ülke menfaatlerinin neyi gerektirdiği konusunda yeteri kadar bilgi ve bilince sahip olmayan, günün birinde bunların hesabını vermek zorunda kalacaklarını hesap edemeyen iş adamlarıdır. Bu tür kişiler ortaya çıkan “kısa sürede yüksek kazanç fırsatlarını” değerlendirmek isteyen kişilerdir. Sonraki tarihlerde bunların daha profesyonellerinin ortaya çıktığı görülmüştür. Sahibi olduğu bankanın içini boşaltarak batıran ve bu şekilde kazançlı çıkmayı hesap eden daha bilinçli dolandırıcılar, icraatlarıyla toplumumuzun adalet duygularının zayıflamasına yol açmıştır. Belki bu zarar halktan haksız yere aldıkları milyar dolarlarla ifade edilen zarardan daha büyüktür. Sadece birkaç kişiden oluşan “banka batıranlar” grubu, kendi kazançları adına milyonlarca tasarruf sahibini zor durumda bırakmayı göze almışlardır. Bu olaylar sonuçta Türk toplumunda karşılıklı güvenin zayıflamasına yol açmıştır. İşletmelerin çeşitli sosyal sorumluluk projeleriyle içinde faaliyet gösterdikleri toplumun sosyal ve kültürel açıdan gelişmesine katkıda bulunmamaları önemli bir gerekliliktir. Bu sorumluluk evrensel ahlâkın getirdiği bir sorumluluk olduğu kadar işletmelere yönelik toplumsal beklentilerin de bir gereğidir. 2012 yılında yapılan bir araştırmaya göre Türk toplumunun işletmelerden en çok bekledikleri sosyal sorumluluk alanlarının başında %28 ile “eğitim ve öğretime katkıda bulunulması” gelmektedir. Bunu % 21 ile “sağlık hizmetlerine destek sağlanması” ve %12 ile “çevre ve doğanın korunmasına destek olunması” izlemektedir. Araştırmaya katılanların %37’sinin iş dünyasının kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinden haberdar olduklarını belirtmeleri ise bu tür çabaların toplum tarafından ilgiyle izlendiğini göstermektedir.

#İşahlakı #WHO #UAEK #İşletmeleriniççevreyeetkileri #işletmelerindışçevreyeetkileri #doğalçevreetkileri

Latest Posts

spot_img

KAÇIRMAYIN

HABERDAR OLUN

Nalbur sektöründen en son haberler e-postanıza gelsin.